17 Kasım 2009 Salı

Kaos içinde Odak

Etrafımda gürültü içinde, çılgınca koşuşturan bir kalabalık varken - kulağıma gelen zen tınılar eşliğinde, bir banka oturup, gökyüzünün keyfini çıkartmak.

Çocuğum ateşler içinde, inlerken - acısından gözyaşları seller oluşturduğunda, ona sarılıp pozitif olmak.

Ofis başına yıkılırcasına, sorunlar ile boğuşuyorken - kendi yaptığın işe merkezlenip, o işin doğru akışını sağlamak.

Beni BEN yapan karmaşadan bir adım geriye çekilip, kendi odağımı bulabilmemdir. Her daim bu odak noktası en doğrusu olmayabilir - yine de odaklanmışımdır.

23 Ekim 2009 Cuma

Bugün birisini ağlattım!

Bir yanda çalışkan, genç, her şeye yetişmeye çalışan biri - diğer yanda tecrübeli, geçici ve sevdiği için çalışmak isteyen biri.

Hikayemizin baş köşesinde kısa zamanda, hızla büyüme göstermiş bir kurum. Büyümeyle oranla çalışanlarını da arttırmış ama belki de en önemli sayılabilir noktalarında zayıf kalmış.

Bu nokta tek bir kişi ile doldurulmaya çalışılıyor - o gitti mi, herkes birbirine bakacak nerdeyse... Kimi o noktadan yıllar önce geçmiş, terfi etmiş, kimi ise o noktanın nasıl çalıştığını, çalışması gerektiğini bilmez.

Gün geldi çattı - biri "bu iş senin işin, sen gidince benim işim aksıyor" diyecek oldu... Hak, hukuk, adalet, etik... her bir kavram havada uçuştu. Gerildik, üzüldük, temiz havaya çıktık, konuştuk...

Neden? Birinin verdiği 3 kuruş için mi? Büyürken insan kaynağını büyütmediği için mi? Görev alanlarımızı iyi tanımlayamadığı için mi? Bunların çekişmesini neden çalışanlar yapsın...?

8 yıldır kuruluşu bebeği gibi büyüttüğünü söyleyen yönetici, bebeğine neden emeklemeden yürümeye geçmesine yardım etmemiş?

Olan azimle her işe yetişmeye çalışan gence oldu... tecrübeli olanının belki biraz eli titredi ama 3 derin nefes bir bardak su sonrasında (biraz da yılların etkisi olacak) konuda yanlış tepki vermediğine karar verdi.

Beni BEN yapan bu değil ki? Ben kimseyi ağlatmak istemem, yapamam da... Üzüldüm genç kız! Gerçekten... ama bu işin yaşın veya konumun ile hiç ilgisi yok.

10 Ekim 2009 Cumartesi

Bizim limonumuz, hamurumuz yok mu?


Eskiden köşe yazarlarına uygulanan taktik, şimdi bireylere yöneldi... Tercihen sosyal medyada bolca takipcisi olan, ne konuda blog yazdığı pek de önemsenmeden, arkadaş ve dinleyici kitlesi geniş olsun yeter şekline uyan çoğumuza herhangi bir marka yaklaşabilir.
Verdikleri küçük bir hediye, götürdükleri bir akşam yemeği veya günübirlik seyahat katılımcıları belki günlerce o konu hakkında konuşturuyor.
Bazı etkinliklerden ben de yararlandım, yararlandırdım da... E her şey herkese olacak diye bir şey de yok. İşte Cappy Limonata aktivitesinin ilhamı ile yapılan çalışma.
Beni BEN yapan beğendiklerimden ilham almam, kendime göre uyarlamam...

2 Ağustos 2009 Pazar

Gidiyorum...

...bütün aşklar yüreğimde... diye devam eden Sezen Aksu şarkısı vardır. Aklımda dönüp duruyor. Kışın güneşsizliği, yazın sıcağı derken, yüreğime oturan kaya parçasını söküp atamadım.

Sonunda gitme imkanı buldum - gidiyorum! Normalde seyahatlere kocaman valizler ile giden ben; küçük boy bir şeye bir kaç şort, mayo atıp gideceğim. Arkama bakmadan, sıkıntıları yanıma almadan.

Döndüğümde burada olmayacaklar, sülük gibi yapışıp, enerjisini emecek bir beden olmayacak çünkü. Karabulutlar, içimdeki canavarlar, beni kovalayan kötü akımlar: Ben dönene kadar kendi kendinizi bitirmiş olacaksınız.

Yapacak daha önemli işlerim, başaracak bir çok şeyim var daha... gidiyorum!

24 Temmuz 2009 Cuma

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Teşekkür Ederim!

Hediye dediğin heycanlandırmalı


Bir süredir yıllardır biriken kağıt, fotoğraf gibi sağdan soldan fışkıran evrakları ayıklamakla meşgulüm.

Yıllardır sakladığım bu dergi sayfasını buldum. Şimdi baktığımda bile o günkü heycanımı hatırladım, yeniden heycanlandım... o zaman erkek arkadaşım, bugün eşime verdiğim en değişik hediyelerden biriydi. 15 yılda bir çok hediye almış / vermişizdir birbirimize, sadece bazılarını hatırlıyorum.

Beni BEN yapan, verdiğim hediyelerin her birinin hatırlandıkca heycan verici olması için çaba göstermem.

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Ooooff Offf!

Okuyucuya komik geliyor değil mi? Ama bir annenin dönemsel olarak devamlı karşılaştığı tavır bu... sonra kimse sormasın neden keyifsizim diye!

Beni BEN yapan bu dönemin de geçeceğine dair inancımdır.

7 Temmuz 2009 Salı

Günlerdir...


... yatamıyorum, kalkamıyorum, sevinmiyorum, üzülmüyorum, kızmıyorum, dinlenmiyorum, yiyorum ama zevk almıyorum, konuşuyorum, dinlemiyorum, yazmıyorum, yazamıyorum, başlamıyorum, bitiremiyorum, anlamıyorum, bekliyorum, heveslenmiyorum, anlatamıyorum, bıkıyorum, cesaret edemiyorum, istiyorum ama silkelenemiyorum, sürünmüyorum, yaratana şükrediyorum, sıkılıyorum, bunalıyorum, ağlayamıyorum, sevinemiyorum, mutsuz değilim, mutlu olamıyorum...

Bugünlerde beni BEN yapanın ne olduğunu bile bilmiyorum!

24 Haziran 2009 Çarşamba

Bir dönemin sonu

Paprikam büyüdü - hani derler ya göz açıp kapayana kadar zaman geçer diye... ben bunun farkında olduğumdan, gözlerimi hiç kapatmamaya, her anı yakalamaya çalıştım... ama zaman yine de geçti.
Bugün yuvasının son günü. Neşe içinde kostümünü giydi gitti. Tatile girmenin sevincini, yeni bir şeylere yelken açmanın mutluluğu içinde... 

Ben? Bense gözlerim dolu, geçmiş zamana tutunmaya çalışıyorum. Bir yetişkin olarak yeniliklerin her zaman mutlak iyilikler anlamına gelmediğini biliyorum... Güzel şeyler planlıyoruz ama büyümenin, bilinmezin getirdiği acıları hesap edemiyoruz.

Bugün yuvanın son günü, beni BEN yapan geçmişe, güvene, bildiğime olan bağlılığım...!

Beni BEN yapanlardan sen etkilenme güzel kızım... yüzündeki heycan ve tebessüm daim olsun... sen mutlu ol yeter.

11 Haziran 2009 Perşembe

Din mahremdir

Bu sabah friendfeed'de bir soru dikkatimi çekti ve sorgulamadan beğendiğime dair işaretletim.

Sosyal ağlarda pornografik öğeler yayınlanmaması gerektiği konusunda serzenişte bulunan kişiye katılıyordum, böylesi içerik takip etmek isteyen, üretmeyi arzulayan kişilerin ff klonu başka yerlerde yer alabilirler... Çok mutluyum ki benim akışıma beni rahatsız edecek görüntüler nadiren gelebiliyor, onları da saklayarak devam ediyorum.

Arada saha, kaleci, gol, elma, armut ve "insanlar ikiye ayrılır" gibi tartışmayı ilginç kılan metaforlar da uçuşurken, tartışma öyle bir viraj aldı ki, iş dinimizi, inancımızı, namusumuzu sorgulamaya geldi.

80'li yılların sonunda, Bahreynde yaşadığım 3 yıl boyunca, araplar ve aileleri ile yakın ilişkilerim oldu. Suudi Arabistanda gittğim okulum nedeniyle Mısırlı bir ailede haftanın belli gecelerinde kalıyordum. Bu dini bütün camianın içinde bir kez olsun başımın açık olması, dinim gereği şunu ya da bunu yapmadığım, okuduğum medya, seyrettiğim film veya tümü ile yaşam tarzım sorgulanmadı.

Yaşam tarzımdır belki beni bunları sorgulayacak kişilerin arasına sokmayan, ancak onlar da 5 vakit namazında, örtünmeyi tercih etmiş, islamın tüm gereklerini yerine getiren insanlardı. Neydi onları farklı yapan?
- - -
Peki tüm dinleri ele alır, şekillerini bir yana bırakırsak - hepsi aynı şeyi demez mi?
  • insanı sev
  • çalışkan ol
  • iyi düşünceler besle
  • bedenine iyi bak ve koru
  • tüm canlılara iyiliklerde bulun
  • kendinden daha büyük bir varlık olduğuna inan

Müslüman, hristiyan, budist... kime sorsak, dinlerinin bu temeller üzerine kurulmuş olduğunu görebiliriz.

Peki neden iletişimde olduğu gibi, konuştuğumuz lisanlara takılıyoruz da aslında ne dediğimiz - ne dememiz gerektiğine bakmıyoruz?

Beni BEN yapan senin ne dediğin ile ilgilendiğimdir, nece konuştuğun değil!

15 Mayıs 2009 Cuma

Taşmıyor demek ki...


Hafta başından beri her gün, hiç aksatmadan, bu blogun yönetim sayfasını açıp bir şeyler yazmak için klavyeye parmaklarımı yerleştiriyorum. Ekran bana, ben ekrana bir süre baktıktan sonra, kapatıp başka şeylere yöneliyorum. 

Başlıkta günümden artanlar, içimde kalanlar, içimden taşanlar demişim ya... taşmıyor demek ki.

Beni BEN yapan ara ara hiç bir şeyden heycan duymadığım, umursamadığım, boşverdiğim zamanlardır.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Hoşça kal, artık bana ait değilsin

02.10.2007 tarihinde çalıştığım yerde telefonum çaldı. Aşağıdan güvenlik arıyordu. Çiçek gelmiş, gidip almalıymışım.

Aşağı inerken, eşimin kutlama tarihlerimizi karıştırmış olabileceğini düşünüp, düşünmediğimi hatırlamıyorum. 

Güvenlik elime salata kasesi büyüklüğünde bir aranjman yanında bir paket teslim etti. Aklımdan geçenin "...rejimdeyim, çikolataya ne gerek vardı ki şimdi?" olduğundan eminim. Masama vardığımda önce iliştirilmiş kartı, sonra paketi açtım.

Açık ofisimiz çığlığım ile yankılandı... elimde jelatininde, açılmamış bir iPhone tutuyordum. Henüz ülkemizde satışa çıkmamış, daha bir kaç haftadır el altından satılıyorken, bir tanesi benim olmuştu.

Bir çocuğun kırmızı rugan ayakkabılarını yatarken baş ucuna koyduğu gibi, iPhone'uma yakışan bir yer bulamıyor, onu yanımdan ayırmıyordum... çok mutlu olmuştum.

Üzerinden zaman geçti. Türkiye'ye iPhone geldi. 3G de geldi... değişen tarifemiz ve operatörümüz bize yeni nesil telefonlardan hediye etti. Aynı tutku ile telefonumu sevsem de, o ilk an, ilk iPhone gibi değil.

Şimdi öğrendim ki, bir arkadaşım kendi eşine bir iPhone hediye etmek istiyor. Hediyeyi alacak hanım benim kadar mutlu olacak mı bilemem ama arkadaşımın ona bu hediyeyi alırken heycanını gözlerinden okudum.

Beni BEN yapan bazı eşyalarıma yüklediğim duygusal değer ve onlara ancak aynı değeri verebilecek kişilere verebilmem.

3 Mayıs 2009 Pazar

Beni BEN yapan Kara Kartala olan tutkum.

Düşüyorum...


%200 motivasyonla geçirilen bir sürecin ardından gelen düşüş süreci acıyor. 

Birden adrenalinin yoğu kıvamı ile örtülen, ruhunuzdaki pürüzler belirmeye başlıyor... Çıkıntılar baş gösterdikçe, göğüs kafesin tam ortasında, nefes almayı zorlaştıran bir yumru hissedilir. Çatlakların derinliklerinde boğazınız düğümlenir ve aslında o kadar da mükemmel olmayan şeyler aklınızda yayılır. 

Yemyeşil bir ormanı saran kara bulut gibi. Gökyüzünü görmek için gösterdiğiniz çaba sonsuzdur... debelenir durursunuz. Hain döngünün en alt noktasına yolculuk başlamıştır. Dip karanlık noktaya varılmalıdır ki, çıkış başlasın.

Okuduğum kitaplara, aldığım öğütlere rağmen inandığım bir şey vardır: Bu döngünün tek ilacı zamandır! Bu döngüye girmemek mümkün değil - elimizden gelen, belki manipule edebileceğimiz etken zaman dilimlerinin büyüklüğüdür.

Bakıyorum ki inişe geçmişim, acele ediyorum... bir an evvel en dibe vurayım ve gökyüzünü göreceğim aydınlık zamanlara kavuşayım diye. Dibe hızla çarparsam, etken kuvvet ile yükselişim daha hızla, daha yükseğe olacaktır. Fiziğin kuralı!

21 Nisan 2009 Salı

Hayatın hızına yetiş(eme)mek

Bahar geldi. Çiçekler açtı. Böcekler uçuşuyor. Blog harika gidiyor. Blog ödülleri... Likemind... friendfeed... daha neler saysam? Hepsi harika, her şey güzel ama ilham yetersizliği çekiyorum yine de.

Beni heycanlandıran o kadar çok şey var, bunların yanında yapmam gereken işler var. Onlar da beni ayrı heycanlandırıyor... Beni uzaktan bile takip eden fark edecektir ki kelimelerim yetersiz, güçsüz kalıyor.

Yorgunluktan, yetişememekten fikirlerim üremiyor, kısır kalıyor. Çektiğim fotoğraf karesinde odak yok, yazdığım cümlede vurgu yok.

Beni BEN yapan çevremde her şey güllük gülistanlık bile olsa ilhamsızlığa yenik düşebilmem.

16 Nisan 2009 Perşembe

Jeden Tag einen neuen Anlauf nehmen...

Tam Türkçesi olmayan bir başlık. 

Anlauf, atletizmin atlama branşlarında, sıçrama noktasına kadar yapılan, hız alma koşusu olarak açıklanabilir.

Her gün yeniden (sıfırdan) hız almak. Belki başlığımın daha doğru tercümesi bu olurdu...

Serbest çalışmak, işsiz olmak, anne olmak, vasat bir öğrenci olmak, hasta olmak, üzgün olmak... bütün bunlar ertesi sabah gün başladığında yeni bir çaba gerektiriyor. Beklediğin başarıyı elde edemediğinde, uyanıp da hala ağrılar içinde olduğunda, zorlu ve haksız şartlara karşı direncin sınandığında, kendini bırakıp sürüklenmemen önemlidir.

Her yeni gün bir sıfır noktasının başlangıcı olabilir... daha evvel yazdığım bazı başlıklar (a, b, cd) altında ne kadar diplere inebileceğimi ifade etmiştim... En derinlerde bile, her sabahın benim için yeni bir hız alma noktası olduğunu düşündüm. Başaramamış olabilirim ama hep çabaladım. Bilindik yöntemler vardır herkesin hayatında: çikolata yemek, müzik dinlemek, kendini sokağa atmak, dostlarla olmak... özünde hepsi bulunduğun çarkın dışına atmaktır kendini.

Beni BEN yapan her sabahı sıfır noktası kabul edip, yeniden hız almam, yarışın şartları ve sonuçları ne olursa olsun, yarışta bulunmamın önemli olduğunu düşünmemdir. 

7 Nisan 2009 Salı

Ne zaman susacağını bilmelisin

Şimdiki çocuklar daha farklı yetişiyor... her bir kuşak neredeyse farklı adlandırlılıyor: indigo çocuklar, kristal çocuklar... Bir dönem ben de kızımın o veya bu gruplamaya uyup uymadığını araştırdım. Kan grubuna göre, burcuna göre... o dönemin nesi var ise ona göre bir şeyler uygulamayı denedim.

İşin gerçeği şu ki terbiye dediğin odasına astığın kristal ile, mavi ışık ile, renklerden oluşan bilmem neler ile verilmiyor.

Terbiye dediğin, sınırlarını tutarlı bir şekilde çizdiğin çocuğun, o sınırı aştığı zaman onu bu konuda uyarmak, tekrar sınırları dahiline girmesi için gerekeni uygulamaktır.

Genelde, yapılan hata hakkında konuşmak, onunla empati kurmak, aslında yapılanın yanlış olduğunu ve doğrusunun ne şekilde olması gerektiğini anlayacağı bir dilde ona aktarmak faydalı olmaktadır.

Bazı çocuklar bunu daha çabuk algılar, bazı çocuklar daha geç. Sonunda doğru yol bulunur.

Ancak nadir durumlarda bütün çabalar boşa gider, çünkü çocuk ısrarla çirkin davranışlarına safi ilgi çekmek için devam etmek ister... bağırdıkça, sağa sola saldırdıkça kişilerin yolundan çekildiğini fark eder - zanneder ki haklı veya üstün çıkmıştır. Halbuki kimse onunla artık uğraşmak istememektedir. Geriye kalan tek tük bir kaç kişidir kayıtsız şartsız çocuğa ilgi gösterecek.

Beni BEN yapan kocaman olmuş, çocuk ruhlu, laftan anlamayan, söz dinlemeyen, ne zaman susacağını bilmeyen kişilere ilgimi daha fazla gösteremememdir. Zaten zor olan hayat şartlarını sizlerin daha da zorlaştırmasına izin vermeyeceğim.

3 Nisan 2009 Cuma

Farkında olmak

Bu sabah radyoda Geveze kapanışını farkındalık hakkında konuşarak yaptı.
Bir çok şeyin arasında
  • Farkında olduğunuzu fark ettirmenin önemini
  • 25 gömleğinizin olduğunu, sadece üçünü giydiğinizi ama arka sokakta oturan birisinin o beğenmediğiniz gömleklere muhtaç olduğunu
  • Suyun önemini, her damlanın fark yarattığını
  • Bebeklerin doğduğunda hayata sımsıkı sarılırcasında yumrukları olduğunu, ölenlerin ise hayatı terk ederken avuçlarının açık olduğunu
  • Anne karnında yerimize sığamazken, büyüdüğümüzde 1 metre kare ile yetinmek zorunda kaldığımızı
fark edip etmediğimizi sorguladı.

Tüm saydıklarının arasında bir çok şeyin farkında olduğumu düşündüm. Beni BEN yapan etrafımda olan biten bir çok şeyin farkında olduğumdur. Değiştirip, geliştirebileceklerim ile ilgili elimden geleni yapıyor, değiştiremeyeceklerim ile ilgili kendimi üzmemek üzere çalışıyorum.

Geçmiş Farkındalık Gününe dikkatinizi çekmek, farkında olmanızı istedim.

25 Mart 2009 Çarşamba

Okumaz - Yazmaz ama...

Bugün gittiğim bankada işlemim yapılırken yan gişede bir hanım hesabına para yatıracağını belirtti.

Eskimiş olan hesap cüzdanı gişe memurunun elinde kalınca, yenisini açmak amaçlı işlemlere başladı. Hanıma bir dekont uzatıp: "Lütfen 'eski ve yeni hesap cüzdanımı teslim aldım' yazıp, imzalayın." dedi. Hanımefendi anlamadı. Gişe memuru tekrarladı. Hanım: "İmza attım, bu yeter." diye kağıdı iade etmek istedi. Memur prosedür gereği ısrar etti.

Hanım: "İsmimi de yazayım..." diyerek, özenle ismini çizerken "... gerisini siz yazın. Yazım güzel değildir..." diye devam etti. Belli oldu ki okuma yazma bilmiyor.

Bana bir başka dünya gibi geldi... Kızını okula göndermeyen ebeveynlerden veya zamanında okumamış kişilerden duyuyor, okuyoruz ama bu durum yine de beni düşündürdü.

Şimdi o memur ne yapacak? Bu hanımın kağıdına kötü niyetli bir kişi herhangi bir şey yazıp, imzalatsa, onun durumu ne olacak? Okuma yazma bilmeden hayat nasıl geçer? Her daim çeşitli organizasyonlarda, her yaş grubuna okuma yazma öğretilir, bu hanım neden gitmez? Okuması, yazması yoksa hesabı (matematiksel işlem anlamında) var mıdır? Parayı nasıl yönetir?

Beni BEN yapan her şeyin cevabını bilmemem, soruların aklımı meşgul etmesi ama kendi önceliklerimi koyduğumdan, her soruya yanıt aramamam.

23 Mart 2009 Pazartesi

Altın kafesteki Bülbül


Papatyam için okul arayışında olduğumu herkes bilir...

Kriterlerim yüksek, bunu baştan söylemeliyim. Geçen gittiğim saygın, 125 yıllık geçmişe sahip, herkesin çocuğu için arzuladığı bir okulda  bir değerlendirme ve öngörüşme sonrasında gelecek yıl 1. sınıfların okuyacağı odaları görmek üzere yola koyulduk.

Gördüklerim taşı, betonu, mermeri örtmeye çalışan çocuk elleri ile yazılmış kardeşliğe, doğaya, güzelliği korumaya ait yazılar, resimler... sınıfın kenarında 30 cm'lik saksı içinde 3 menekşe...

Yönetici hanım anlatıyor:
  • WC'lerimizi tamamıyle yeniledik, su tasarrufu için hareket sensörlü musluklar koyduk 
  • burada çocuklar seksek oynuyor (kapalı alanda, numune çizilmiş, kendi başına alakasız bir seksek)
  • bu yıl aldığımız karar ile çocuklarımız artık tüm duvarları kendi eserleri için kullanabiliyor (125. yılda mı?)
  • kapıya öğretmen tarafınca yazılmış 5 satır yabancı dil cümleye işaret ederek "bakın biz bunları ilk yılda öğretmiş oluyoruz" (5 cümle?)
  • "tenefüs nerede yapılır?" sorusunu yanıtlamak için, telli bahçede (çocukların koyduğu admış, yarım basket sahası alanına sahip, parketaşı, tel örgülü... neden acaba?)
  • "dil bilgisi olan ve olmayan çocuklar birarada nasıl oluyor?" sorusuna "zaten Haziranda öğrendiklerini, Eylüle kadar unutuyor ve aynı seviyeden tekrar başlıyorlar" (nasıl yani?)

Benimle birlikte dolaşan iki ailenin çocukları sınıf içlerinde tebeşir ve karatahtaya yönelirken, Paprika çiçekleri, resimleri, camdan dışarısını incelemeye yöneldi...

Sınıfların birinden çektiğim bu fotoğraf ise bana altın kafes içindeki bülbülü hatırlattı...

Beni BEN yapan bir çok kişiden farklı bir bakış açımın olması...

18 Mart 2009 Çarşamba

Empati çelişkisi


Sabah haberlerinde YSK'nın oy verebilmek için TC kimlik numarasını şart koştuğu için insancıkların kuyruklarda perişan olmasını haber yapmışlar.

Bakıyorum kuyrukları genelde yaşlılar oluşturuyor... üzülüyorum onların saatlerce sırada beklemek zorunda olmalarına. Internet var, bilgisayar var... bu çağda gerçekten kuyruklara gerek var mı? Muhtardan alabileceğin bir belge geçerli olamaz mı? Yeni nüfus belgeleri hazırlanıp, yıl içinde, gelin alın diye bir tebliğ gönderilemez mi?

YSK'nın koyduğu şartı sonuna kadar destekliyorum. Bu TC kimlik numarası dün çıkmadı ya? Ben 2003'de değiştirmiştim kimliğimi. O zaman bile yeni değildi bu uygulama... Bugün 80 yaşında kuyrukta bekleyen teyzenin, o zaman 7 yaş daha dinçken, neden almadığını düşünüyorum. Bu insanların hiç mi evlatları yok, bunca yıldır bu numarayı almak için önayak olan? Neden herşeyi sona bırakıp, bir de üstüne şikayet edersiniz ki?

Herşeyin 4 4'lük yürüdüğü bir memlekette yaşamıyor olabiliriz, ama onu bu hale getirmekte büyük rolümüzün olduğunu unutmayalım.

Bizi BİZ yapan topluca herşeyin yolunda gitmesini beklememiz, ama yıllardır olan bir kanuna uymayıp - bir de üzerine feryat tememizdir.

14 Mart 2009 Cumartesi

Kovulduktan sonra...


... ilk haberi aldığında boğazın düğümlenir. Bir süredir hissetmişsindir iyi gitmeyenleri. "Kovuldun" da demezler aslında.

Bugün bir üstadımızın yazdığı yazı beni düşündürdü... Tüm çalıştığım kurum ve kuruluşları sayamayacağım (yoksa kovulduklarımı mı demeliydim?) ama bazı örnekler, dikkatimi çekeni ifade edecektir.

Yıllar evvel animatörlük yaptım. Bir sezonluk. Sezon bittiğinde, İstanbul'a dönecektim ve işim olmayacaktı ama yıllar sonra evleneceğim kişi ile tanışmış ve hemen ardından herkesin çalışmayı arzuladığı bir şirkette işe alınmıştım.

Bir başka şirkette müdürüm doğum iznindeyken, yerine vekaleten bakan genel müdür yardımcısı, beni kapıya koymaya karar verdiğinin ertesinde bugün 5.5 yaşında olan Pamuk Prensesim dünyaya geldi.

Son çalıştığım uluslararası kuruluş, ben işe başladıktan 2-3 ay sonra, İstanbul Merkezini kapatmaya karar verince, ben blog yazmaya başladım.

Beni BEN yapan, süreçlerde yaşadığım üzüntülere yıllar sonra baktığımda, aslında o kadar da mutsuz olmadığımı anlamamdır.

11 Mart 2009 Çarşamba

Doğumgünüm-müş-

 
Herkes hakkınızda her türlü bilgiye ulaşabiliyor. Daha geçen gün bir arkadaşımın sitesinde "kuruluşların bizden binlerce dolara satın alamadığı bilgileri, facebookda yayınlıyoruz..." diye okumuştum.
Ben de hoşlanmam kuruluşlar ile bilgimi paylaşmaktan. Bir çıkarım olmayacaksa, bana mutlaka ulaşmaları gerektiğini düşünmedikçe adresimi, telefon numaramı vermemeyi tercih ederim.
Bu sabah Parmak Kızımı yolcu etmek üzere kapıyı açtığımda, damgasız bir zarf içinde resimdeki kutlamayı buldum.
Elden dağıtılmış, özenle tasarlanmış, üzerinde adım yazan, bu kağıt bir mesaj vermeye çalışıyor ama neydi anlayamadım...?

Pazarlama ve Müşteri İlişkileri Yönetimi adına yapılmış bu çalışmanın doğruluğu, yerindeliği, başarısı veya herhangi bir şeysi hakkında yorum yazmak haddim değil.

Bunu alan kişi olarak fikrimi söylemek hakkım:
  • renklerini beğendim ama bir bebek mağzası davetiyesi sandım
  • yanlış algıladığımdan dolayı sadece ilk pembe satıra kadar 3 kez okudum, kendimden şüphe ettim
  • doğumgünüm ay sonunda, 20 gün önce gelmesini siz yorumlayın
  • ağzımdan çıkan sözler: "bu ne ya???"... bu AVM'nin sıradışı, dikkat çekici reklam araçlarından biri mi?
  • memnun oldum mu?

Hay göndermez olaydın!

5 Mart 2009 Perşembe

Kategorize Sıfatlar

Zor hatırladığım küçük yaşlarımda başladı bu karşı koyuşum...
"Didem değil, abla demelisin.", "Abla diye seslen, o senin büyüğün.", "Büyüklere siz denir!", "Babacım, lütfen de bakalım?!" Bu ve daha bir çok benzerinden oluşan cümleler hala kulaklarımda çınlar. Aklımda hep aynı soru: "Neden? Siz deyince saygımda bir fark mı oluşuyor?"

Kendimce yöntemler geliştirdim ergen çağlarımda, benim yaşımda çocukları olanlara teyze /amca, onlara yakın olanlara abla / abi diyor, arkadaşca gördüklerime ise isim ile hitap ediyordum. Yıllarca bu formül iyi işledi...

Kızım oldu, bana ve eşime isimlerimiz ile hitap ediyor. Bizim anne ve babalarımıza sen diyor. Öğretmenine ismi ile hitap ediyor... Benden daha az mı sayıyor, seviyor çevresini?

Şimdi ben abla / teyze yaşına yaklaştığımda işler yeniden karışmaya başladı. Bulunduğum topluluk yaşca benden küçük olsa da bana ismimle hitap etmeleri konusunda ısrarlıyım. Benden yaşca büyük bir arkadaşıma ise hepsi abla (şaka ile karışık teyze bile) deseler de - o benim arkadaşım: ben ona isminden başka birşey diyemem ki? Benim burdan bakınca, zaten teyze kategorisine girmiyor bile, çocuğu benden çok küçük.

Geçen gün ziyaretine gittiğim bir doktor arkadaşıma çalışanları "Hocam..." diyerek birşeyler sordular. Yıllarca çalıştığım ilaç sektörünün vazgeçilmez hitap şeklidir bu. Özel sekreterliğini yaptığım Professör'e bir kez olsun XX Bey'den farklı birşey demeyen ben, telaş ile doktor arkadaşıma bu konuda ne düşündüğünü sordum. Kendisi de hocam diye hitap edilmekten hoşlanmazmış.

Sosyal ağda birisinin "ne demeli, nasıl yapmalı..." gibi bir sorusuna kendimden çok emin bir şekilde: "bu ortamda herkese sen derim..." gibi yukarıda yazdıklarımı destekleyen bir açıklama yaptım. Gel gör ki bu kişiler ile sadece klavye ve ekran arkasından iletişim kurmuyoruz. 

Blogumda bile başta ısrarlı bir şekilde yazdığım "sen" hitaplı yazıları, çok yakın bir arkadaşımın uyarısı üzerine "siz"e çevirdim...

Yazımın hiç bir yere gitmediğinin farkındayım... 

Beni BEN yapan insanların güzel isimlerine eklenen kategorize sıfatları kullanamam ve kullanmadığımda saygım veya sevgimden kusur ettiğimi sanmalarını düşünmem.

4 Mart 2009 Çarşamba

Spread the Joy


İyi giden birşeyler var ise herkesle paylaşmalı. Çevremdekilere yüksek motivasyonumu yansıtmalı ve onlara da bulaşmasını sağlamalıyım. Aşağıda yazdığım ile, yakın veya uzak, tüm dost ve aileme son zamanlarda neler yaptığımı bildirdim... beni BEN yapan: mutluluğumun bulaşıcı tohumunu ekmektir.

Dear Friends,
I have been busy and I wanted to share the outcome with all.

As you might know I started a blog called çocuklaHayat (life with kids). I write about making life easier on both kids and parents. Once your child hits 2 years and moms adrenalin levels sink, you loose the "new parent" title - it seems that life gets a little harder to live. This very much reflects on our offspring. So I try to give two - three advices per week to get you going.

Because of my blog, I met with Devletsah, who publishes a monthly online food culture magazine (download rate 15.000+). About five months ago she asked me to write for her, from my point of view. I gave it a try... it turns out I might not be so bad at this. She seemed to have found the secret writer, photograph and cook in me.

My writing for Yemek.Name caused UNO (bread in packaging) to invite me in on an online marketing project, called Blogger Sofrasi. Bloggers, who were mainly writing about food, kitchen, cake decoration, food preperation, recipe shareing and so on, were educated and sent product samples. I had a marvelous time preparing dishes made from various breads, photographing and publishing them online. I also used this opportunity to write about ingredients in the monthly magazine.

Last week UNO had a cook-off at a five star hotel.  Teams were built, to prepare 1 salad, 2 sandwiches, 1 main course and 1 desert. All teams received the same ingredients. In attachment you can find my creation "Blue World", which received a thumbs up and a big compliment from the chef himself.

I am very grateful, that I have found something to fill my life, which evolves around my favorite subject: Paprika! I am also blessed with many wonderful friends, full of positive energy, who support me when the time gets rough!

Just wanted to use this oportunity, to let you know what I have been doing and thank you for being my friend!

21 Şubat 2009 Cumartesi

Çok güldük, ağlamanın vakti gelmiştir

Dün benim için çok iyi bir gündü... Sabah katıldığım toplantıda tanışdığım kişiler, öğrendiğim işler, üretilen fikirler, ardından aldığım bir haber... akşam bir arkadaşımızın doğumgünü kutlaması... uzun zamandır görmediğim arkadaşlar, onları yeni birşeyler yapmaya teşvik etmem...

Evet gerçekten iyi bir günü tamamlamak üzereydim.

Birden ne yaptığının farkında olmayan bir delikanlı (18-20 yaşlarında) doğumgünü kişisinin kız kardeşine 12 kişilik grubumuzun ortasında sarkıntılık edene kadar. Bir anda ortalık karıştı - eşlerimiz "delikanlının" annesi ile mücadele veriyordu. Güler misin, ağlar mısın???

Bizim tarafımızdan hasarsız sonuçlanan bu kavga eğlencemizi yarıda bıraktı... toplanıp arkadaşlarımıza gittik... Hala gülüyor, akşamın değerlendirmesini yapıyorduk. Kim kaç yumruk savurdu, kadın nasıl sandalyeyi üzerimize salladı... dersimizi çıkartıyor, durumu "anı" olarak hafızalarımıza kaydiyorduk.

Sabaha karşı 4'de evsahibinin kızı telefon etmiş, babası yanımızda: "Babacım, buraya gel. Beraber gidelim!" diye çıkışıyordu... Nasıl yani? Ne oldu? Gülüyorduk şimdi... 18 yaşındaki kızın sabah 4'de ne işi var ki?

Arkadaşının ablasına araba çarpmış. Hastaneye gidiyorlarmış. Anında kesildi suratımızdaki gülümsemenin ışığı - bir anda dağıldık.

Yaklaşık bir saat sonra aldığımız haber ile kızcağızın hayatını yitirdiğini öğrendik...

Şimdi siz söyleyin: ağlamanın vakti mi gelmiş? Bu kadar gülmemeli miydik?

20 Şubat 2009 Cuma

Binbir Parça

Hiç ummadık bir anda, ilgilenmediğim bir konuda, aslında hiç okumadığım bir dergiden aranmıştım. Ciddi bir teklif yerine, bir arkadaşıma yardımcı olabileceğimi düşünerek anne çocuk konusunda "bir kaç bişey" yazmayı kabul ettim.
Sorumluluktan mı, motivasyondan mudur bilemeyeceğim "bir kaç bişey"i çok ciddiye aldığımı fark ettim...
Biraz zorla, bazen kolayca, bazen de bir çok hazırlık ve araştırma gererktirerek yazılar yazıyor, onları fotoğraflıyorum. Keyifle yapıyorum. Kendi potansiyelimin farkında değilmişim. Meğer söyleyecek, gösterecek ne çok şeyim varmış?
Şansıma ilk yazım beni tarif eden bir kapağın arkasında çıkmıştı. Pazardan aldım bir tane, eve geldim bin tane... Binbir parça beni Ben yapar.

Beni ben yapan, benim bile bilmediğim - başkalarının keşfettikleridir...

19 Şubat 2009 Perşembe

Kalbe giden Yol

Ansızın gelen paketin içinden çıkan bu minik *araç* bizi bir saatten fazla oyaladı. Parmak Prensesim evirdi, çevirdi deneme baskı yaptı, ekmeği kızarttı... hazır kızarmış ekmek varken üstüne pudding koydu, afiyetle yedi.

Siz neyle besleniyorsunuz?

15 Şubat 2009 Pazar

Yetti bu kadar indiğim - artık çıkmalı

Bir süredir ayaklarıma bağlanmış tonlarca ağırlık ile birlikte indikçe iniyorum...

Aylardır hastalık, hasta bakıcılık, tekrar hastalık, ayrılık, fikirsizlik ve isteksizlik birbirlerini takip ediyor. Tüm bunlar dibe çekerken nasıl başımı su üstünde tutabilirim ki?

Ama bugün dönüm noktasına ulaştm galiba. Ufukta bana değmek üzere bekleyen güneş ışınlarının pırıltısını gördüm sanki.

Henüz orada değilim... daha yolum var...
  • Kızımın hayatında derin izler bırakacak ilk okulunu seçmeliyim
  • Bloguma hız kazandırmalıyım
  • Fotoğraflarıma ağırlık vermeliyim
  • Evime hükmetmeliyim
  • Ben olmalıyım - ben BEN oldukça güçlenirim, herşeyi yapabilirim.
Dün bunları nasıl yapacağımı bilemezken, bugün nasıl olursa olsun mutlaka üstesinden geleceğimi biliyorum.

Bahar ile ilgisi var mı acaba?

9 Şubat 2009 Pazartesi

Beni oyalayan Sufle

Bugün baharı müjdeleyen ilk güneş ışıklarının verdiği motivasyon ile alışkanlığımın dışında öğlen saatinde yemek üzere Sufle pişirmeye karar verdim.

Hazır yapıyorken, UNO için yazı yazarım diye yaptığım işlemi başından sonuna kadar fotoğraflamaya da karar verdim.

Malzemeleri temiz ve uygun kaplara almak, bir kaç açıda, farklı yerleşimlerde pozlamak, her işlem arası bir kaç poz daha çekmek el ve zihin oyalıyor. 5 dakikalık iş 45 dakikaya uzuyor. Ardından çektiğim fotoğrafları bilgisayara aktarmak, seçmek, kolaj olarak düzenlemek, nasıl bir yazı yazsam diye düşünmek derken akşam oldu nerdeyse.

Farkında olmadan aralıklı birkaç saatliğine de olsa günlerin getirdiği sıkıntılardan uzaklaşabildim...

Dün TVde yemek pişirirken deşarj olmak hakkında bir haber yapmışlardı.
Göz ucu ile gördüğümde, dalga geçtim hatta: "Yapacak haber bulamamışlar..." diye.

Beni ben yapan birşey itiraf etmeliyim: bilmeden, denemeden peşin hüküm verebiliyorum.

5 Şubat 2009 Perşembe

Ayrılık


Ayrılık bana hep zor gelmiştir... ayrılan da olsam, ayrılınan da.

Seyahate çıkarken evimden ayrılamam, tatilden dönerken otelimi bırakamam. Bana kötülük yapan, dostum sandığım kişilerden bile ayrılamam... İşlerimden ayrılamadım, ailemden ayrılmak beni üzer.

Okuyan sanacak ki çok vefalı, herşeyi bir arada tutan bir kişiyim. Hayır, değilim. Sadece bir şeye, bir kişiye alışmak için onca emek ve zaman gerektiriyor - ayrılmak zor geliyor.

Yerini tutacak yeni bir şey, kişi, aşk veya iş bulmak kolay değil. Alışmıştım mesai saatine, huyuna suyuna, duruşuna - şimdi ayrılık da nerden çıktı?

Yarın yenilere kapı açmam gerekecek, belki daha iyi olacak, hiç aratmayacak, beni çok mutlu edecek.

Ama bırakın bugün ayrılığın yasını tutayım. Mantıklı olmayayım. İçimde oluşan kızgınlık, üzgünlük ve bilinmediğin korku yumrularını yüzüme yansıtayım, gözlerim dolsun.

1 Şubat 2009 Pazar

Bağırmıyorum diye, dinlenmeye değmez değilim

Öyle çok fazla dikbaşlılık etmediğimi düşünmek isterim. Grup içinde kendi fikirlerimi ortaya koyar, taraftar toplamaya çalışırım elbet. Doğru gitmeyen birşey gördüğümde itiraz da eder, çevremi de uyarırım. En azından konu ile ilgili fikrimin ne olduğunu ifade ederim.

Ama böylece sessiz sedasız davrandığım için sanmayın ki benim bir fikrim yok... Sizlere değer veriyor, sizin fikirlerinizi dinliyorum, sıramı da bekliyorum...

Sabrediyorum, bekliyorum... birikimlerim artıyor.

Zamanla azar azar dinleyeydiniz, biriktirdiklerimle patlamama engel olurdunuz.

Beni ben yapan içimde biriktirdiklerim.

30 Ocak 2009 Cuma

Nerden Arıyorsunuz?

Yıllarca yönetici asistanı olarak çalıştım. Görevlerimin 1. sırasında telefon bağlamak olmuştur. Bir başkasını temsilen konuşuyorsanız usluba herzamankinden daha fazla dikkat etmek gerekir.

Birisini ararken en azından: "İyi günler, ben Handem. XXX firmasından arıyorum, ZZZ Hanım VVV Bey ile görüşmek ister..." demeye dikkat ederim.

Karşımdakinin söylediklerimden en az 1-2'sini anlamadığını varsayarak, tekrarlamaya hazır olurum. Bir kurumda çalışmanın böyle bir etiketten haberdar olmayı gerektirdiğini düşünürüm.

Şimdi çalışmıyorum. Yine de bir işyerini aramam gerekiyor, belki biri ile konuşmak, bir şikayetimi dile getirmek veya soru sormak için. Bana yanıt veren kişinin lakayıt bir şekilde: "Kiim? Nerden arıyorsunuz?" sorması beni üzüyor.

Kendisi sadece Genel Müdür veya uluslararası bir kuruluşu temsil etmiyor, kendi ve bu işi ne kadar ciddiye aldığı hakkında bana çok önemli ipuçları veriyor.

Beni ben yapan birşey daha keşfettim: Herşeyi yapmayabilirim ama yaptığım işi doğru yapmam gerekir.

24 Ocak 2009 Cumartesi

Benim Zamanım

Kendime zaman ayırmalıyım... belki biraz kitap okumalı, tv seyretmeli, arkadaşlarla kağıt oynamalı veya dans etmeliyim... ama her gün biraz, haftada bir veya ayda bir kaç akşam.

Günün uygun bir saatinde bana yakın biryerde oturmuş sohbet eden arkadaşlarıma uğrarım 30 dakika. Sabah 8'de başlayan bir toplantıya katılırım veya öylesine luzumsuz bir iş edinirim kendime. Anlatacaklarımı sığdıramam dostlarımla geçirdiğim zamana, yeni bir blog yazmaya başlarım belki de...

Ben olabilmek için buna ihtiyacım var.

Dün akşam 7 arkadaş, bizden başka bir garson ve aşçının olduğu, bir restoranda yemek yedik. Masada 7 kişiyiz: 1 kişi Türkçe anlamıyor, 1 kişi İngilizce anlamıyor, 2 kişi Almancada zayıf. Masada her konu 1-2 dilde konuşuluyor, tercüme ediliyor. Fikirler, hikayeler paylaşılıyor... böylesi bir ortamda kimsenin +1 kişisine hiç mi hiç ihtiyacı yok... herkes kendine zaman ayırmakla meşgul, hem de çok yoğun bir çaba ile.

Dans etmeye gittiğim zaman da +1 kişisine hiç ihtiyacım yok: kendi dans etmediği gibi, birinin gelip beni kaldırmasına da engel oluyor.

Bu nadir fırsatların dışında 7/24 anne, evhanımı, eş, patronun hanımı... hangisi gerekiyorsa o şapkayı giyiyorum seve seve.
Ama bırakın kendime ayırdığım, ayırabildiğim zaman benim olsun.

19 Ocak 2009 Pazartesi

Viral

Bu başlık herkese başka birşey ifade eder... çevremde kime sorsam bir başka yanıt verir...
  • FF'den herhangi biri derki "salgın halinde internet üzerinde kişiden kişiye yayılan video, fotoğraf, oyun, web sitesi..."
  • Bir grup arkadaşım "aman grip işte bu sıralar herkesde var..."
  • Bir başka grup arkadaşım "ay kızı yuvaya gönderiyormusun bu durumda?" diye sorar
Hepsini anlıyorum - hepsine de ayrı yanıtlarım olabilirdi!

Olabilirdi diyorum çünkü olamıyor çünkü sesim kısık. Kısık ötesi yok sayılır. Doktorumun yanıtı şöyle oldu:
"viral faranjit: konuşma, fısıldama bile - sadece su iç, oda sıcaklığında olsun. Dinlen."

Peki sevgili doktorum, gel sen bunu 5 yaşındaki kızıma anlat. Yalnız bir yararı oldu bu işin, beni bekleyen yazılarımı bitirebildim.

14 Ocak 2009 Çarşamba

Gökyüzünde Renkler

Doğanın oluşturduğu renkler hep dikkatimi çeker. Özellikle gün doğumu ve batımında gökyüzünün kızarması platin ila lacivert arasında bulunan her türlü mor, turuncu, kırmızı tonlarını sergilemesi beni çok mutlu ediyor.
Günün o anında herşeyi, herkesi bir anlık unutabiliyor, o sahneyi aklıma kazımak istiyorum.
Bu nedenle sıkça balkonumdan veya mutfağımdan karşımda bulunan binaların kızıllıklar içinde fotoğraflarını çekmişimdir.
Bu sabah yıllardır göz ardı ettiğim çok güzel bir başka kare yakaladım... Amacım aslında arkadaşlarıma bir sohbet arasında zamanında bebeğimin odası için, karnım burnumdayken, neler yaptığımı görüntülemekti.

13 Ocak 2009 Salı

Alınmaması gereken hediyeler

Aslı Topçu  Kadınlar için alınacak en kötü 11 hediyeyi sıralamış.
Yazısına yaptığım yorumu burada da yayınlamak istedim:
Bence ek kart da bu listeye girmeli... "Sevgilim, sana hiç vakit ayıramadım, aklıma alacak bişey de gelmedi... al kredi kartımın yavrusunu veriyorum ne istersen onu al... al da ay sonu tek tek nelere para harcadığını denetleyeyim"

beni BEN yapanlar

Çok yönlüyüm ben!
Birisinin eşi, başkasının annesi, bir başkasının kızı olmak yetmez... Sosyalim, canlıyım, internetteyim, evdeyim, gezerim, dans ederim, ilgi duyduklarımı araştırır, daha çok bilmek istediklerim ile ilgili eğitimler alırım.
Çevremdekilerden farklıyım. Sevdiklerim var, sevmediklerim de... sevmediklerime "seni sevmiyorum" demektense uzak durmayı tercih ediyorum.
Sevdiklerimi de sevdiklerimle paylaşmaya doyamıyorum.
Bir blogum var. Belli bir temaya sahip, çünkü en zengin olduğum, kendimi en geliştirmiş olduğum konuyu - en sevdiğim konuyu kapsıyor.
Ama ben sadece o konu ile sınırlı değilim... daha çok söyleyeceklerim, daha çok paylaşacaklarım var... belki biraz daha sıradan, raftan alınmış gibi sunulan ama beni BEN yapan, beni tamamlamaya gerekli şeyler.