21 Şubat 2009 Cumartesi

Çok güldük, ağlamanın vakti gelmiştir

Dün benim için çok iyi bir gündü... Sabah katıldığım toplantıda tanışdığım kişiler, öğrendiğim işler, üretilen fikirler, ardından aldığım bir haber... akşam bir arkadaşımızın doğumgünü kutlaması... uzun zamandır görmediğim arkadaşlar, onları yeni birşeyler yapmaya teşvik etmem...

Evet gerçekten iyi bir günü tamamlamak üzereydim.

Birden ne yaptığının farkında olmayan bir delikanlı (18-20 yaşlarında) doğumgünü kişisinin kız kardeşine 12 kişilik grubumuzun ortasında sarkıntılık edene kadar. Bir anda ortalık karıştı - eşlerimiz "delikanlının" annesi ile mücadele veriyordu. Güler misin, ağlar mısın???

Bizim tarafımızdan hasarsız sonuçlanan bu kavga eğlencemizi yarıda bıraktı... toplanıp arkadaşlarımıza gittik... Hala gülüyor, akşamın değerlendirmesini yapıyorduk. Kim kaç yumruk savurdu, kadın nasıl sandalyeyi üzerimize salladı... dersimizi çıkartıyor, durumu "anı" olarak hafızalarımıza kaydiyorduk.

Sabaha karşı 4'de evsahibinin kızı telefon etmiş, babası yanımızda: "Babacım, buraya gel. Beraber gidelim!" diye çıkışıyordu... Nasıl yani? Ne oldu? Gülüyorduk şimdi... 18 yaşındaki kızın sabah 4'de ne işi var ki?

Arkadaşının ablasına araba çarpmış. Hastaneye gidiyorlarmış. Anında kesildi suratımızdaki gülümsemenin ışığı - bir anda dağıldık.

Yaklaşık bir saat sonra aldığımız haber ile kızcağızın hayatını yitirdiğini öğrendik...

Şimdi siz söyleyin: ağlamanın vakti mi gelmiş? Bu kadar gülmemeli miydik?

20 Şubat 2009 Cuma

Binbir Parça

Hiç ummadık bir anda, ilgilenmediğim bir konuda, aslında hiç okumadığım bir dergiden aranmıştım. Ciddi bir teklif yerine, bir arkadaşıma yardımcı olabileceğimi düşünerek anne çocuk konusunda "bir kaç bişey" yazmayı kabul ettim.
Sorumluluktan mı, motivasyondan mudur bilemeyeceğim "bir kaç bişey"i çok ciddiye aldığımı fark ettim...
Biraz zorla, bazen kolayca, bazen de bir çok hazırlık ve araştırma gererktirerek yazılar yazıyor, onları fotoğraflıyorum. Keyifle yapıyorum. Kendi potansiyelimin farkında değilmişim. Meğer söyleyecek, gösterecek ne çok şeyim varmış?
Şansıma ilk yazım beni tarif eden bir kapağın arkasında çıkmıştı. Pazardan aldım bir tane, eve geldim bin tane... Binbir parça beni Ben yapar.

Beni ben yapan, benim bile bilmediğim - başkalarının keşfettikleridir...

19 Şubat 2009 Perşembe

Kalbe giden Yol

Ansızın gelen paketin içinden çıkan bu minik *araç* bizi bir saatten fazla oyaladı. Parmak Prensesim evirdi, çevirdi deneme baskı yaptı, ekmeği kızarttı... hazır kızarmış ekmek varken üstüne pudding koydu, afiyetle yedi.

Siz neyle besleniyorsunuz?

15 Şubat 2009 Pazar

Yetti bu kadar indiğim - artık çıkmalı

Bir süredir ayaklarıma bağlanmış tonlarca ağırlık ile birlikte indikçe iniyorum...

Aylardır hastalık, hasta bakıcılık, tekrar hastalık, ayrılık, fikirsizlik ve isteksizlik birbirlerini takip ediyor. Tüm bunlar dibe çekerken nasıl başımı su üstünde tutabilirim ki?

Ama bugün dönüm noktasına ulaştm galiba. Ufukta bana değmek üzere bekleyen güneş ışınlarının pırıltısını gördüm sanki.

Henüz orada değilim... daha yolum var...
  • Kızımın hayatında derin izler bırakacak ilk okulunu seçmeliyim
  • Bloguma hız kazandırmalıyım
  • Fotoğraflarıma ağırlık vermeliyim
  • Evime hükmetmeliyim
  • Ben olmalıyım - ben BEN oldukça güçlenirim, herşeyi yapabilirim.
Dün bunları nasıl yapacağımı bilemezken, bugün nasıl olursa olsun mutlaka üstesinden geleceğimi biliyorum.

Bahar ile ilgisi var mı acaba?

9 Şubat 2009 Pazartesi

Beni oyalayan Sufle

Bugün baharı müjdeleyen ilk güneş ışıklarının verdiği motivasyon ile alışkanlığımın dışında öğlen saatinde yemek üzere Sufle pişirmeye karar verdim.

Hazır yapıyorken, UNO için yazı yazarım diye yaptığım işlemi başından sonuna kadar fotoğraflamaya da karar verdim.

Malzemeleri temiz ve uygun kaplara almak, bir kaç açıda, farklı yerleşimlerde pozlamak, her işlem arası bir kaç poz daha çekmek el ve zihin oyalıyor. 5 dakikalık iş 45 dakikaya uzuyor. Ardından çektiğim fotoğrafları bilgisayara aktarmak, seçmek, kolaj olarak düzenlemek, nasıl bir yazı yazsam diye düşünmek derken akşam oldu nerdeyse.

Farkında olmadan aralıklı birkaç saatliğine de olsa günlerin getirdiği sıkıntılardan uzaklaşabildim...

Dün TVde yemek pişirirken deşarj olmak hakkında bir haber yapmışlardı.
Göz ucu ile gördüğümde, dalga geçtim hatta: "Yapacak haber bulamamışlar..." diye.

Beni ben yapan birşey itiraf etmeliyim: bilmeden, denemeden peşin hüküm verebiliyorum.

5 Şubat 2009 Perşembe

Ayrılık


Ayrılık bana hep zor gelmiştir... ayrılan da olsam, ayrılınan da.

Seyahate çıkarken evimden ayrılamam, tatilden dönerken otelimi bırakamam. Bana kötülük yapan, dostum sandığım kişilerden bile ayrılamam... İşlerimden ayrılamadım, ailemden ayrılmak beni üzer.

Okuyan sanacak ki çok vefalı, herşeyi bir arada tutan bir kişiyim. Hayır, değilim. Sadece bir şeye, bir kişiye alışmak için onca emek ve zaman gerektiriyor - ayrılmak zor geliyor.

Yerini tutacak yeni bir şey, kişi, aşk veya iş bulmak kolay değil. Alışmıştım mesai saatine, huyuna suyuna, duruşuna - şimdi ayrılık da nerden çıktı?

Yarın yenilere kapı açmam gerekecek, belki daha iyi olacak, hiç aratmayacak, beni çok mutlu edecek.

Ama bırakın bugün ayrılığın yasını tutayım. Mantıklı olmayayım. İçimde oluşan kızgınlık, üzgünlük ve bilinmediğin korku yumrularını yüzüme yansıtayım, gözlerim dolsun.

1 Şubat 2009 Pazar

Bağırmıyorum diye, dinlenmeye değmez değilim

Öyle çok fazla dikbaşlılık etmediğimi düşünmek isterim. Grup içinde kendi fikirlerimi ortaya koyar, taraftar toplamaya çalışırım elbet. Doğru gitmeyen birşey gördüğümde itiraz da eder, çevremi de uyarırım. En azından konu ile ilgili fikrimin ne olduğunu ifade ederim.

Ama böylece sessiz sedasız davrandığım için sanmayın ki benim bir fikrim yok... Sizlere değer veriyor, sizin fikirlerinizi dinliyorum, sıramı da bekliyorum...

Sabrediyorum, bekliyorum... birikimlerim artıyor.

Zamanla azar azar dinleyeydiniz, biriktirdiklerimle patlamama engel olurdunuz.

Beni ben yapan içimde biriktirdiklerim.