15 Mayıs 2009 Cuma

Taşmıyor demek ki...


Hafta başından beri her gün, hiç aksatmadan, bu blogun yönetim sayfasını açıp bir şeyler yazmak için klavyeye parmaklarımı yerleştiriyorum. Ekran bana, ben ekrana bir süre baktıktan sonra, kapatıp başka şeylere yöneliyorum. 

Başlıkta günümden artanlar, içimde kalanlar, içimden taşanlar demişim ya... taşmıyor demek ki.

Beni BEN yapan ara ara hiç bir şeyden heycan duymadığım, umursamadığım, boşverdiğim zamanlardır.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Hoşça kal, artık bana ait değilsin

02.10.2007 tarihinde çalıştığım yerde telefonum çaldı. Aşağıdan güvenlik arıyordu. Çiçek gelmiş, gidip almalıymışım.

Aşağı inerken, eşimin kutlama tarihlerimizi karıştırmış olabileceğini düşünüp, düşünmediğimi hatırlamıyorum. 

Güvenlik elime salata kasesi büyüklüğünde bir aranjman yanında bir paket teslim etti. Aklımdan geçenin "...rejimdeyim, çikolataya ne gerek vardı ki şimdi?" olduğundan eminim. Masama vardığımda önce iliştirilmiş kartı, sonra paketi açtım.

Açık ofisimiz çığlığım ile yankılandı... elimde jelatininde, açılmamış bir iPhone tutuyordum. Henüz ülkemizde satışa çıkmamış, daha bir kaç haftadır el altından satılıyorken, bir tanesi benim olmuştu.

Bir çocuğun kırmızı rugan ayakkabılarını yatarken baş ucuna koyduğu gibi, iPhone'uma yakışan bir yer bulamıyor, onu yanımdan ayırmıyordum... çok mutlu olmuştum.

Üzerinden zaman geçti. Türkiye'ye iPhone geldi. 3G de geldi... değişen tarifemiz ve operatörümüz bize yeni nesil telefonlardan hediye etti. Aynı tutku ile telefonumu sevsem de, o ilk an, ilk iPhone gibi değil.

Şimdi öğrendim ki, bir arkadaşım kendi eşine bir iPhone hediye etmek istiyor. Hediyeyi alacak hanım benim kadar mutlu olacak mı bilemem ama arkadaşımın ona bu hediyeyi alırken heycanını gözlerinden okudum.

Beni BEN yapan bazı eşyalarıma yüklediğim duygusal değer ve onlara ancak aynı değeri verebilecek kişilere verebilmem.

3 Mayıs 2009 Pazar

Beni BEN yapan Kara Kartala olan tutkum.

Düşüyorum...


%200 motivasyonla geçirilen bir sürecin ardından gelen düşüş süreci acıyor. 

Birden adrenalinin yoğu kıvamı ile örtülen, ruhunuzdaki pürüzler belirmeye başlıyor... Çıkıntılar baş gösterdikçe, göğüs kafesin tam ortasında, nefes almayı zorlaştıran bir yumru hissedilir. Çatlakların derinliklerinde boğazınız düğümlenir ve aslında o kadar da mükemmel olmayan şeyler aklınızda yayılır. 

Yemyeşil bir ormanı saran kara bulut gibi. Gökyüzünü görmek için gösterdiğiniz çaba sonsuzdur... debelenir durursunuz. Hain döngünün en alt noktasına yolculuk başlamıştır. Dip karanlık noktaya varılmalıdır ki, çıkış başlasın.

Okuduğum kitaplara, aldığım öğütlere rağmen inandığım bir şey vardır: Bu döngünün tek ilacı zamandır! Bu döngüye girmemek mümkün değil - elimizden gelen, belki manipule edebileceğimiz etken zaman dilimlerinin büyüklüğüdür.

Bakıyorum ki inişe geçmişim, acele ediyorum... bir an evvel en dibe vurayım ve gökyüzünü göreceğim aydınlık zamanlara kavuşayım diye. Dibe hızla çarparsam, etken kuvvet ile yükselişim daha hızla, daha yükseğe olacaktır. Fiziğin kuralı!