25 Mart 2009 Çarşamba

Okumaz - Yazmaz ama...

Bugün gittiğim bankada işlemim yapılırken yan gişede bir hanım hesabına para yatıracağını belirtti.

Eskimiş olan hesap cüzdanı gişe memurunun elinde kalınca, yenisini açmak amaçlı işlemlere başladı. Hanıma bir dekont uzatıp: "Lütfen 'eski ve yeni hesap cüzdanımı teslim aldım' yazıp, imzalayın." dedi. Hanımefendi anlamadı. Gişe memuru tekrarladı. Hanım: "İmza attım, bu yeter." diye kağıdı iade etmek istedi. Memur prosedür gereği ısrar etti.

Hanım: "İsmimi de yazayım..." diyerek, özenle ismini çizerken "... gerisini siz yazın. Yazım güzel değildir..." diye devam etti. Belli oldu ki okuma yazma bilmiyor.

Bana bir başka dünya gibi geldi... Kızını okula göndermeyen ebeveynlerden veya zamanında okumamış kişilerden duyuyor, okuyoruz ama bu durum yine de beni düşündürdü.

Şimdi o memur ne yapacak? Bu hanımın kağıdına kötü niyetli bir kişi herhangi bir şey yazıp, imzalatsa, onun durumu ne olacak? Okuma yazma bilmeden hayat nasıl geçer? Her daim çeşitli organizasyonlarda, her yaş grubuna okuma yazma öğretilir, bu hanım neden gitmez? Okuması, yazması yoksa hesabı (matematiksel işlem anlamında) var mıdır? Parayı nasıl yönetir?

Beni BEN yapan her şeyin cevabını bilmemem, soruların aklımı meşgul etmesi ama kendi önceliklerimi koyduğumdan, her soruya yanıt aramamam.

23 Mart 2009 Pazartesi

Altın kafesteki Bülbül


Papatyam için okul arayışında olduğumu herkes bilir...

Kriterlerim yüksek, bunu baştan söylemeliyim. Geçen gittiğim saygın, 125 yıllık geçmişe sahip, herkesin çocuğu için arzuladığı bir okulda  bir değerlendirme ve öngörüşme sonrasında gelecek yıl 1. sınıfların okuyacağı odaları görmek üzere yola koyulduk.

Gördüklerim taşı, betonu, mermeri örtmeye çalışan çocuk elleri ile yazılmış kardeşliğe, doğaya, güzelliği korumaya ait yazılar, resimler... sınıfın kenarında 30 cm'lik saksı içinde 3 menekşe...

Yönetici hanım anlatıyor:
  • WC'lerimizi tamamıyle yeniledik, su tasarrufu için hareket sensörlü musluklar koyduk 
  • burada çocuklar seksek oynuyor (kapalı alanda, numune çizilmiş, kendi başına alakasız bir seksek)
  • bu yıl aldığımız karar ile çocuklarımız artık tüm duvarları kendi eserleri için kullanabiliyor (125. yılda mı?)
  • kapıya öğretmen tarafınca yazılmış 5 satır yabancı dil cümleye işaret ederek "bakın biz bunları ilk yılda öğretmiş oluyoruz" (5 cümle?)
  • "tenefüs nerede yapılır?" sorusunu yanıtlamak için, telli bahçede (çocukların koyduğu admış, yarım basket sahası alanına sahip, parketaşı, tel örgülü... neden acaba?)
  • "dil bilgisi olan ve olmayan çocuklar birarada nasıl oluyor?" sorusuna "zaten Haziranda öğrendiklerini, Eylüle kadar unutuyor ve aynı seviyeden tekrar başlıyorlar" (nasıl yani?)

Benimle birlikte dolaşan iki ailenin çocukları sınıf içlerinde tebeşir ve karatahtaya yönelirken, Paprika çiçekleri, resimleri, camdan dışarısını incelemeye yöneldi...

Sınıfların birinden çektiğim bu fotoğraf ise bana altın kafes içindeki bülbülü hatırlattı...

Beni BEN yapan bir çok kişiden farklı bir bakış açımın olması...

18 Mart 2009 Çarşamba

Empati çelişkisi


Sabah haberlerinde YSK'nın oy verebilmek için TC kimlik numarasını şart koştuğu için insancıkların kuyruklarda perişan olmasını haber yapmışlar.

Bakıyorum kuyrukları genelde yaşlılar oluşturuyor... üzülüyorum onların saatlerce sırada beklemek zorunda olmalarına. Internet var, bilgisayar var... bu çağda gerçekten kuyruklara gerek var mı? Muhtardan alabileceğin bir belge geçerli olamaz mı? Yeni nüfus belgeleri hazırlanıp, yıl içinde, gelin alın diye bir tebliğ gönderilemez mi?

YSK'nın koyduğu şartı sonuna kadar destekliyorum. Bu TC kimlik numarası dün çıkmadı ya? Ben 2003'de değiştirmiştim kimliğimi. O zaman bile yeni değildi bu uygulama... Bugün 80 yaşında kuyrukta bekleyen teyzenin, o zaman 7 yaş daha dinçken, neden almadığını düşünüyorum. Bu insanların hiç mi evlatları yok, bunca yıldır bu numarayı almak için önayak olan? Neden herşeyi sona bırakıp, bir de üstüne şikayet edersiniz ki?

Herşeyin 4 4'lük yürüdüğü bir memlekette yaşamıyor olabiliriz, ama onu bu hale getirmekte büyük rolümüzün olduğunu unutmayalım.

Bizi BİZ yapan topluca herşeyin yolunda gitmesini beklememiz, ama yıllardır olan bir kanuna uymayıp - bir de üzerine feryat tememizdir.

14 Mart 2009 Cumartesi

Kovulduktan sonra...


... ilk haberi aldığında boğazın düğümlenir. Bir süredir hissetmişsindir iyi gitmeyenleri. "Kovuldun" da demezler aslında.

Bugün bir üstadımızın yazdığı yazı beni düşündürdü... Tüm çalıştığım kurum ve kuruluşları sayamayacağım (yoksa kovulduklarımı mı demeliydim?) ama bazı örnekler, dikkatimi çekeni ifade edecektir.

Yıllar evvel animatörlük yaptım. Bir sezonluk. Sezon bittiğinde, İstanbul'a dönecektim ve işim olmayacaktı ama yıllar sonra evleneceğim kişi ile tanışmış ve hemen ardından herkesin çalışmayı arzuladığı bir şirkette işe alınmıştım.

Bir başka şirkette müdürüm doğum iznindeyken, yerine vekaleten bakan genel müdür yardımcısı, beni kapıya koymaya karar verdiğinin ertesinde bugün 5.5 yaşında olan Pamuk Prensesim dünyaya geldi.

Son çalıştığım uluslararası kuruluş, ben işe başladıktan 2-3 ay sonra, İstanbul Merkezini kapatmaya karar verince, ben blog yazmaya başladım.

Beni BEN yapan, süreçlerde yaşadığım üzüntülere yıllar sonra baktığımda, aslında o kadar da mutsuz olmadığımı anlamamdır.

11 Mart 2009 Çarşamba

Doğumgünüm-müş-

 
Herkes hakkınızda her türlü bilgiye ulaşabiliyor. Daha geçen gün bir arkadaşımın sitesinde "kuruluşların bizden binlerce dolara satın alamadığı bilgileri, facebookda yayınlıyoruz..." diye okumuştum.
Ben de hoşlanmam kuruluşlar ile bilgimi paylaşmaktan. Bir çıkarım olmayacaksa, bana mutlaka ulaşmaları gerektiğini düşünmedikçe adresimi, telefon numaramı vermemeyi tercih ederim.
Bu sabah Parmak Kızımı yolcu etmek üzere kapıyı açtığımda, damgasız bir zarf içinde resimdeki kutlamayı buldum.
Elden dağıtılmış, özenle tasarlanmış, üzerinde adım yazan, bu kağıt bir mesaj vermeye çalışıyor ama neydi anlayamadım...?

Pazarlama ve Müşteri İlişkileri Yönetimi adına yapılmış bu çalışmanın doğruluğu, yerindeliği, başarısı veya herhangi bir şeysi hakkında yorum yazmak haddim değil.

Bunu alan kişi olarak fikrimi söylemek hakkım:
  • renklerini beğendim ama bir bebek mağzası davetiyesi sandım
  • yanlış algıladığımdan dolayı sadece ilk pembe satıra kadar 3 kez okudum, kendimden şüphe ettim
  • doğumgünüm ay sonunda, 20 gün önce gelmesini siz yorumlayın
  • ağzımdan çıkan sözler: "bu ne ya???"... bu AVM'nin sıradışı, dikkat çekici reklam araçlarından biri mi?
  • memnun oldum mu?

Hay göndermez olaydın!

5 Mart 2009 Perşembe

Kategorize Sıfatlar

Zor hatırladığım küçük yaşlarımda başladı bu karşı koyuşum...
"Didem değil, abla demelisin.", "Abla diye seslen, o senin büyüğün.", "Büyüklere siz denir!", "Babacım, lütfen de bakalım?!" Bu ve daha bir çok benzerinden oluşan cümleler hala kulaklarımda çınlar. Aklımda hep aynı soru: "Neden? Siz deyince saygımda bir fark mı oluşuyor?"

Kendimce yöntemler geliştirdim ergen çağlarımda, benim yaşımda çocukları olanlara teyze /amca, onlara yakın olanlara abla / abi diyor, arkadaşca gördüklerime ise isim ile hitap ediyordum. Yıllarca bu formül iyi işledi...

Kızım oldu, bana ve eşime isimlerimiz ile hitap ediyor. Bizim anne ve babalarımıza sen diyor. Öğretmenine ismi ile hitap ediyor... Benden daha az mı sayıyor, seviyor çevresini?

Şimdi ben abla / teyze yaşına yaklaştığımda işler yeniden karışmaya başladı. Bulunduğum topluluk yaşca benden küçük olsa da bana ismimle hitap etmeleri konusunda ısrarlıyım. Benden yaşca büyük bir arkadaşıma ise hepsi abla (şaka ile karışık teyze bile) deseler de - o benim arkadaşım: ben ona isminden başka birşey diyemem ki? Benim burdan bakınca, zaten teyze kategorisine girmiyor bile, çocuğu benden çok küçük.

Geçen gün ziyaretine gittiğim bir doktor arkadaşıma çalışanları "Hocam..." diyerek birşeyler sordular. Yıllarca çalıştığım ilaç sektörünün vazgeçilmez hitap şeklidir bu. Özel sekreterliğini yaptığım Professör'e bir kez olsun XX Bey'den farklı birşey demeyen ben, telaş ile doktor arkadaşıma bu konuda ne düşündüğünü sordum. Kendisi de hocam diye hitap edilmekten hoşlanmazmış.

Sosyal ağda birisinin "ne demeli, nasıl yapmalı..." gibi bir sorusuna kendimden çok emin bir şekilde: "bu ortamda herkese sen derim..." gibi yukarıda yazdıklarımı destekleyen bir açıklama yaptım. Gel gör ki bu kişiler ile sadece klavye ve ekran arkasından iletişim kurmuyoruz. 

Blogumda bile başta ısrarlı bir şekilde yazdığım "sen" hitaplı yazıları, çok yakın bir arkadaşımın uyarısı üzerine "siz"e çevirdim...

Yazımın hiç bir yere gitmediğinin farkındayım... 

Beni BEN yapan insanların güzel isimlerine eklenen kategorize sıfatları kullanamam ve kullanmadığımda saygım veya sevgimden kusur ettiğimi sanmalarını düşünmem.

4 Mart 2009 Çarşamba

Spread the Joy


İyi giden birşeyler var ise herkesle paylaşmalı. Çevremdekilere yüksek motivasyonumu yansıtmalı ve onlara da bulaşmasını sağlamalıyım. Aşağıda yazdığım ile, yakın veya uzak, tüm dost ve aileme son zamanlarda neler yaptığımı bildirdim... beni BEN yapan: mutluluğumun bulaşıcı tohumunu ekmektir.

Dear Friends,
I have been busy and I wanted to share the outcome with all.

As you might know I started a blog called çocuklaHayat (life with kids). I write about making life easier on both kids and parents. Once your child hits 2 years and moms adrenalin levels sink, you loose the "new parent" title - it seems that life gets a little harder to live. This very much reflects on our offspring. So I try to give two - three advices per week to get you going.

Because of my blog, I met with Devletsah, who publishes a monthly online food culture magazine (download rate 15.000+). About five months ago she asked me to write for her, from my point of view. I gave it a try... it turns out I might not be so bad at this. She seemed to have found the secret writer, photograph and cook in me.

My writing for Yemek.Name caused UNO (bread in packaging) to invite me in on an online marketing project, called Blogger Sofrasi. Bloggers, who were mainly writing about food, kitchen, cake decoration, food preperation, recipe shareing and so on, were educated and sent product samples. I had a marvelous time preparing dishes made from various breads, photographing and publishing them online. I also used this opportunity to write about ingredients in the monthly magazine.

Last week UNO had a cook-off at a five star hotel.  Teams were built, to prepare 1 salad, 2 sandwiches, 1 main course and 1 desert. All teams received the same ingredients. In attachment you can find my creation "Blue World", which received a thumbs up and a big compliment from the chef himself.

I am very grateful, that I have found something to fill my life, which evolves around my favorite subject: Paprika! I am also blessed with many wonderful friends, full of positive energy, who support me when the time gets rough!

Just wanted to use this oportunity, to let you know what I have been doing and thank you for being my friend!