26 Kasım 2010 Cuma

Bugün bana güven olmaz...

Sabah trafiğinin açık olmasından, AVM'nin normalde dolu olan garajın ilk katında park yeri bulmamdan veya satıcının telefonuma yapıştıracağı koruma filmi bozuk çıkınca, değiştirmesinden anlamalıydım bugünün normal olmadığını.

Eve gitmek üzere arabama dönerken bugünün Cuma olduğunu, sinemaya gidebileceğimi hatırladım. Filmlerden birini eşimle seyretmeyi planladığımdan, bir başkasına gitmeye karar verdim...

Kocaman salonda bir başıma oturmuş yeni kaplanan telefonumu incelerken, daha önce yaptığım alışverişten bir poşet eksik olduğunu fark ettim... Çantamı kaptığım gibi gişeye gidip, sordum ancak hanımkızımız telefonda ve müşteri ile aynı anda meşgul olduğundan bir önceki durağıma yönelmeye karar verdim. İki adım ilerlemiştim ki, arkamdan poşeti göstererek seslendiler. Şükrederek salondaki yerimi aldım, son reklamların da bitmesini bekledim. Eşimle gitmeye karar verdiğim film başladığında ise, duraksadım. Biletimle beraber salon dışına çıkıp, yardım istedim.

Alt salonda oynayan *doğru* filme yönlendirdiler beni... eşyalarımı topladığım gibi, diğer salona koşturdum. Film arasında mesaj gelmiş olabilir mi diye bakacakken, telefonumu bulamadım. Tekrar ilk gittiğim salona koşup telefonumu koltuğumun yanında buldum...

Kendi kendime bu dalgınlığın ne olabileceğine anlam veremedim. Akşam dışarı çıkacağımdan kuaföre gitmeye kararlıydım. Fön, mön derken kızımı okuldan alıp eve geldim... arabamızdan inerken, montumu da kuaförde bıraktığımı fark ettim!

Beni bugün BEN yapan dalgınlığım... Bana güven olmaz!

8 Kasım 2010 Pazartesi

Fanzine

IMG_0342Bu kelimeyi ilk okuduğumda aklımda karşılığına gelebilecek hiç bir şey oluşmadı. Biraz düşününce ingilizcede hayran ve dergi kelimelerin birleşiminden türetilmiş yeni, trendy bir kelime olacağına karar verdim.

Geçen bir iki haftalık bir süreç içinde basında, yayında önceden çok duyduğum Meganeomani benim için bir anlam kazanacakmış meğerse.

Her şey süpermarketde sepetimi doldururken aldığım bir telefon ile başladı. Tanımadığım bir kadın adının Megy, evimde, elinde bana özel çok önemli bir zarf ile olduğunu ve hemen bana teslim etmesi gerektiğini söyledi.

Alışveriş sepetimi bıraktığım gibi eve koştum. Siyahlara bürünmüş, elinde çelik çantalı bir kadın büyük ciddiyet ile zarfı açmamı ve içindeki talimatlara uymamı, Bay M'nin benim ile iletişime geçeceğini söyledi.

Bir süre sonra Bay M beni, bir grup dahilinde İğneadaya göreve davet etti. Görevimizi hala tam anlamış değildim, ancak katılmaya hazırdım.

Bir sabah erkenden yaklaşık 15 Meganedan oluşan bir konvoy şeklinde İğneada istikametinde yol aldık. Birbirini tanıyan, tanımayan yaklaşık 40 kişi Bay M'nin verdiği görev bilinci ile yollara düşmüştü.

IMG_0348Yolculuğumuz yoğun sis perdesinin ardından açan güneş ile daha da keyiflendi.

Dupnisa mağrasının girişinde Bay M görevimizin sadece Meganelar ile yol yapmak ile sınırlı olmadığını, doğal güzelliklerin de farkında olmamız gerektiğini belirtmiş.

Bizi yakından takip eden ama bizim hiç görmediğimiz Bay M akşam yemeğinde hepimize özel mesajlar göndermiş. Beni biraz yanlış anlamış galiba ama fark etmiş ki ben Fanzin nedir bilmiyorum.

Ertesi sabah 3 grup lideri eşliğinde, son ve esas görevimiz olan, Fanzin yaratmak üzere toplandık. Erdil Yaşaroğlu ile toplandığımız masada ne yapacağımızı konuşurken, kendisi şuna benzer bir şeyler söyledi: "Hani lisede dergi çıkartılırdı ya... 1 liraya satardık, ooo çok pahalı derlerdi de, abi masrafı 80 kuruşa çıkıyor, derdik... aslında fotokopilerden oluşan, kes yapıştır usulü, hayranı olduğun bir konunun dergisi..."

IMG_0372İşte o an duraksadım. Sanki sıfırlanmıştım. Ben bu dergilerden habersizdim. Ben lise okumadım ki? Böyle şeyler mi yapılırdı? Bir an için çocukluğumdan bir parçanın eksik mi kaldığını düşündüm. Masamda oturanların bazılarının o günleri hatırlarcasına parıltılar gördüm gözlerinde. Yüz ifadeleri de değişmişti.

Yutkundum, silkindim konu başlığım üzerinde yoğunlaştım ve görevimi yerine getirdim. Sonra keyif ve ilgi ile arkadaşlarımın yaptıklarını izledim. Kestiklerini, yapıştırdıklarını, kağıdı ısırarak koparttıklarını... o süreyi içime çektim, derin bir nefes gibi.

Ey Megane Hatchback Fanzin yaratıcıları... itiraf etmeliyim: belki bu sebepten sona kaldım, belki de bu nedenle benim sayfam bir kaç yalın fotoğraftan oluşuyor...

Beni BEN yapan bu haftasonunda Megane a olan manimin dışında, gençliğimde yaşamadığım bir anının eksikliğini de keşfedip, yerini doldurabilmiş olmam. Bundan böyle Fanzin dendiğinde benim de yüz ifadem değişecek, gözlerim parlayacak.

Teşekkür ederim Bay M!

12 Eylül 2010 Pazar

Heyecanımdan duramıyorum...

Bugün duygusal yoğunluktan nefes alamıyorum... Aklımın köşesinde bulunan ajandamdaki maddeler

  • Dünya Basketbol Şampiyonası final maçı TUR-USA karşılaşması
  • Referandum
  • Kızımın yarın ilk kez okula gidecek olacağı
beni heycanlandırıyor. İçim içime sığmıyor, Her tarafı kırmızı beyaza boyamak, ay yıldız ile donatmak istiyorum... Hakkımızda hayırlısını diliyor, beni BEN yapanın bu akşama kadar kendimi nereden nereye atacağımı bilemeyeceğim olacaktır.

10 Eylül 2010 Cuma

Bayramlaşma

Her yıl bu zaman gelir... haftasonu ile bayram birleştirilir, mevsimine göre, kaç gününüz olduğuna göre yakın - uzak bir yerler seçilir, zaten tadı damağınızda kalan yıllık izine ek tatil üretmeye çalışırız.
Aslında bayram yaklaşırken, son dakikada biz de yakın bir yerlere gitmeye çalıştık. Bulamadık - olmadı.

Çok da iyi oldu!

Ailemizden geri kalan bir avuç haneye gitmek bir günümüzü bile almadı... elimizde çikolatalarımız ile eşimin anne-babası, benim halam ve anneannemi ziyaret edip, ablam ile de yemek yedik. Şehir dışında olan teyzelerimi ve kuzenlerimi telefon ile arayıp, benden yaşca büyük olan arkadaşlarımı da ihmal etmedim.

Biraz yapmacık, usulen veya garip gibi de gelse... dünden çok keyif aldım. Bugün ise Bandırmada oturan babamları ziyaret edeceğiz, arkasından da arkadaşlarımız ile Bursada bir gün geçireceğiz.

Bu bayramda bir seyahate gitmemekten çok memnun oldum. Aldığım çikolatalardan sokağımızın köşesinde çiçek satan kadının torunlarına ikram etmek beni çok mutlu etti. Ailemizi ziyaret etmekten büyük haz duydum. Artık yaşca büyüdüğümüzden olsa gerek, önümüzdeki bayramlarda da bize birilerinin gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Kendime şaşırıyorum doğrusu, zira böylesi günlerde kaçacak ilk ben olurdum.

Beni BEN yapan gelecek bayramları şimdiden ip ile çekiyor olmam. El öpenleriniz bol olsun!

17 Ağustos 2010 Salı

17 Ağustos 1999

Evlilik telaşı içinde davetiye, gelinlik, evraklar, şekerler diyerek koşturuyorduk. Yazın bunaltıcı sıcağını önemsemeden yapılacak onlarca şeyi organize etme çabasındaydık.
Ertesi sabah erkenden işe gidilecekti, yapılacaklar listemizde kim bilir ne kadar çok ve önemli işimiz vardı?

Gece önce bir sarsıntı, ardından çarpan dolap kapakların gürültüsü ile gözlerimi açtım. Açtım açmasına ama yerimden kalkamadım.
Sonun geldiğine inanmıştım o anda... Allaha sığındım - yüce varlığa bildiğim her yakarışı sıraladım ardı ardına...

Bir anlık durgunluk ile fırladık sokağa. Olmuşlardan habersiz, önümüzdeki günlerin getireceklerini tahmin etmeksizin...
Üzerinden 11 yıl geçmiş - yaşadığımız kara günler dün gibi aklımda - derin izler bırakmış, kazınmış.

Beni BEN yapan yaşadığımız büyük felaketi unutmayacağım, anısına mum yakacağımdır. Yaşamını yitiren herkese rahmet, sevdiklerini yitirenlere sabır diliyorum.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Keşke...

Hiç bugüne kadar hiç böylesi uzaktan tanıdığım, bir kaç sohbetim olan bir insanın iyiliğini gördüğüm, gücüne inandığım, durumuna üzüldüğüm olmamıştı.
Uzaktayım çünkü yaklaşacak kuvveti bulamadım kendimde. Onun gücü peşinden onlarca, yüzlerce kişiyi sürüklemeye yetiyor halbuki... ben ise o gücün girdabına kapılmamak için kendimi, kendimce güvenli uzak, ancak izleyebilecek bir mesafede tutmayı tercih ediyorum.
Hakkında aldığım haberler yüreğime taş koymaya, boğazımı düğümlemeye yetiyor yine de.
Beni BEN yapan onun bu gücünün binde birinin de bende olmasını dileyişimdir.

8 Ağustos 2010 Pazar

Alışmışız bir kere...


8 yıl evvel yerleştiğimiz evimizde, gelişen yaşam şartlarımıza uygun değişiklikler yapmak üzere, tadilat yapmaya karar verdik.
Duvarlar yıkılacak, yerler değişecek, camlar yenilenecek derken bu süreçte evimizin içinde yaşamanın mümkün olmayacağına karar verdik. Şansımıza annemin karşı yakada bulunan evi döşeli ama boş durduğunan, oraya geçmeye niyetlendik. Herşey çok kolay olacaktı: nakliyeci eşyaları toplayacak, biz valizlerimizi alıp gidecektik. Taşınma günü yaklaştıkça bir kaç valiz ile bu işin hallolmayacağını anlayamamışız.
Neredeyse hiç seyretmediğimiz TV, 7/24 elimizin altında hazır bulunan internet, klima, kızımızın oyuncakları vs... derken geçici evimize geldiğimiz şu 4. günümüzde ne kadar rahata alışık olduğumuzu daha net hissediyoruz.

  • İstanbul bu yıl yazın çoğunu yağmur ile geçirirken, şu son günlerde feci sıcaklar bizi kavurdu. Evin her yanında açık olan camlar bile yeterli hava akışı sağlayamıyor.
  • Taşınma esnasında yapılan temizlik ve yerleşmeden dolayı mutfağa girmeye vakit bulamazken, basit bir yemek siparişi vermek imkansız.
  • Temizlikçinin evinden ulaşımını planlamak için IETT rotasını öğrenebilmek için civarda bulunan otobüs duraklarını tek tek gezdik.
  • Ulusal kanallarda verdikleri havadurumu yetersiz kalıyor, ayrıntılı tahmin nerden edilinir ki?


Eskiden genç kızlar evlenirken "Allah alıştığından geri koymasın" diye iyi dileklerde bulunulurdu. Artık her daim herkes için bu atasözünün geçerli olduğunu düşünüyorum....

Beni BEN yapan elimin altında internetin bulunmasına alışık olmamdır. Her şeye bir çözüm üretebiliyorum ancak ihtiyacım olan bilgiye ulaşamamak beni çok zorluyor.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Filmi bir bütün olarak görmek

Bugün ani verdiğim bir karar ile 30 dk sonra başlayacak bir sinema seansına yetiştim.

Şanslı az kişilerden biriyim ki gün içinde böyle kaçabiliyorum bazen.
Sinemada film seyretme ritüelinin bir parçası olarak reklamları da seyrediyorum (çok sıkıcı olsalarda), ara verilince dışarı çıkıp en azından bir su alıyorum ve filmin sonuna kadar kalıp, jenerikte dikkatimi çeken başka bir şey daha olacak mı diye gerektiğini düşünüyorum.
Bugün toplam 4 seyircisi olan salona girip yerleştim. Reklamlar bittiğinde film ile ilgili bir sorun olmuş olmalıydı çünkü yakında gösterilecek filmleri atlayarak, direkt film başladı. Yaklaşık 10 dk sonra ise film yeniden kesildi ve ışıklar yandı.
Projeksiyon odasında bir hareket fark edemeyince dışarı çıkıp görevlileri uyardım... aradan geçen bir süre sonra filmimiz yeniden başladı ancak bu sefer kim bilir kaç sahne atlayarak.

Amacım sinemayı, projeksiyon görevlisini veya gelişmeler hakkında şikayet bildirmek değil, beni BEN yapan şeyin bir filmi bütün olarak seyretmek istememdir.

Bir konunun görülmesi gereken her yönü hakkında bilgi alamaz, bilinmesi gereken her ayrıntısını bilemez isem o konuyu bildiğmi, anladığımı söyleyemem.

13-15 TL verdiğim 90 dk sürecek eğlenceli olmayı vaad eden bir sinema filmi bile olsa - filmin bütününü görmek hakkımdır.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Sarı Tuğlalı Yolu takip ederim...

Beni BEN yapan klasik müzikal filmleri çok sevmemdir... bu nedenle bana bu t-shirt'ü alan Devletşah'a çok teşekkür ederim... beni BEN yapanların bir parçası oldun artık.

4 Mayıs 2010 Salı

Ruh ve Beden Arındırma Merkezi

Böyle bir şey olsa... otomatik araba yıkama yollarında olduğu gibi:

Bir koridordan yürüyeceksin önce su ile üzerindeki çamuru akıtacaklar. Akne, fazla yağlar, yara izleri akıp gidecek üzerinden.

İlerlediğinde arzuna göre aromatik ve nemlendirici özelliğe sahip bir köpük ile hem yenilenen cildin beslenecek, hem de ruhunda iz yapan gölgeli alanlar arınacak. Bembeyaz köpük en derin gözeneklere dolup içine işlemiş grilikleri söküp atacak.

Arındırıcı duşun ardından, meltem esintisi ile sanki bir kulağından girip, diğerinden çıkarmışcasına içinde hiç bir zerre sıkıntı, bakteri ve virüs kalmayacağı şekilde kurutma işleminden geçeceğiz. Yüreğimize baskı yapan dertler, içimizi kemiren hastalıklar, bir çiçek gibi açmamıza engel olan belalar da bu esintiden nasibini alacak.

Favori manzaranız karşısında dinleneceğiniz bir süreçte uzman eller sizi parlatacak ve zararlı dış etkenlerin yeni saldırılarından koruyacak cila ile işleminizi sonlandıracaklardır.

Beni BEN yapan değer verdiğim insanlar için böylesi bir hizmetin varlığını dilememdir.

16 Nisan 2010 Cuma

Çekip Gitme Hakları

Herkesin çekip gitme hakkı vardır.

  • Maçın gidişatını beğenmez, çıkarsın stadyumdan...
  • Film ilgini çekmez, çıkarsın sinemadan...
  • Oyunda kaybediyorsundur, "acil işim çıktı" diye sıvışırsın kahveden...
  • Olayın gelişmesi tekin değildir, uzaklaşırsın ortamdan...


Bu kişilere kim öğretmiştir, kendini korumak adına bulunduğu noktadan ayrılmayı? Ben neden karşılaşmadım bu kişi(ler) ile?

Bana kim öğretmiş, en acı sonuna kadar dayanmalısın, akıntıya karşı yüzmelisin, ordulara karşı bile tek kalsan da savaşmalısın diye?

Çok mu iyi oluyor, söyleyin bana... Bitiş çizgisini göremiyorum, nerede?

Beni BEN yapan nerede duracağımı bilemediğimdir. Bu bazen organize ettiğim partide ikram edeceklerimde sınır, bazen kavgada söylenen sözler veya bazen de kendime ettiklerim olarak da tercüme edilebilir.

24 Mart 2010 Çarşamba

Eee söyle bakalım, şimdi ne oldu?

Neler yazdım çizdim caosun ortasında odaklanmak hakkında, kendi merkezime odaklanmak ile ilgili... Bahar geldi, kafam şişti, burnum aktı, mevsim değişikliği tüm benliğimi alt üst etti!

Beni BEN yapana ne oldu?

6 Mart 2010 Cumartesi

Onlar bana çok mutlu anlar yaşatıyor

Filmlerde sanırız... zengin kız, fakir oğlanı sever... Evin küçük kızı, babasının şöförüne aşık olur... tüm çevrelerine karşı gelirler, aşkları kazanır, aç kalırlar, çalışır çabalar kendilerine bir yuva kurar... gibi hikayeler.

Günümüzde böylesine zorlu aşklar pek kalmamıştır. Gençler kendilerini böylesi bir aşk yaşıyor sanarak, büyük dramalar yaratıyor olabilirler ama... ?

Neyse konu bu değil, konu benim gözümün önünde yaşanan bir hikaye ve bu hikayenin beni nasıl BEN yaptığıdır.

Kızımız ile aynı kurumda çalışıyordum, yıllar öncesinden tanışıyorduk, sohbetlerimiz oluyordu. İyi anlaşırdık ama araya hep bir şey girer, "en iyi arkadaş" olma mevkisine eremezdik.
İnternet yeni yeni yayılırken, sohbetlerimizin birinde benim o zaman internette ne yaptığım hakkındaydı. Akşamları takıldığım sohbet odasından bahsettim, bana katılmasını söyledim. Ancak sonrasında bir türlü vakit bulamamıştım.

Belki de ertesi gündü, iş yerinde bana biri ile tanıştığından bahsettiğinde. Bende hemen alarmlar çaldı: "... aman ha..." diyerek dikkatli olmasını istedim.

Gel zaman, git zaman bu ikisi sohbeti derinleştirdi, buluşmaya karar verdi. Birbirlerinden hoşlandı, işi ilerletmeye karar verdi. Aile istemedi. Araya mesafe girdi. İyi ki internet vardı, webcam vardı... Tekrar birleştiklerinde, ne olursa olsun artık birlikte olmaya kararlıydılar. Nişanlandılar, evlendiler. Kibrit kutusu bir evde yaşamaya başladılar. Bir derken, iki köpekleri ile küçük bir yuva kurdular kendilerine.
O dönemlerdeydi, oğlan bir işini halletmek üzere evden çıkmak üzereydi... gidecekken kız ile vedalaşması, sanki ucu açık olmayan bir yolculuğa çıkacak gibiydi. Şahit olduğum bu sahne hala içimi ısıtır.

Bebekleri oldu... aramıza mesafe girdi... bir sonra gördüğümde evlerini büyüttüklerini öğrenmiş, çok sevinmiştim. Sonra kızımız gurbete gittiğinde endişelendim. Şimdilerde, sağolsun teknoloji, internetten minik minik hikayelerini takip edebiliyorum: Kız geliyor, oğlan gidiyor... bu aşk hikayesi hiç bitmiyor.

Beni BEN yapan bu arkadaşımın hikayesinin modern bir masal olduğunu düşünmemdir. Bu masalı okudukça içimin ısınması, yüzümde bir tebessüm, gözlerimde mutluluk yaşlarının oluşmasıdır.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Annem değil Handem

Bugün bir arkadaşım ile yemek yerken telefon çaldı. Benim de tanıdığım birisi arıyordu. Arkadaşım benimle yemekte olduğunu, selamımı ve  daha sonra kendisine uğrayacağımızı söyledi...
Arayanın iş yerine vardığımızda, arkadaşım beni tanıştırıyor - tokalaştığım herkes tam anlayamadığım bir ifade ile bana selam veriyordu...
Sonunda birisi "Annen ne kadar gençmiş..." diyerek iltifat etmek istedi. İşte dumur bakışların bende anlam kazandığı o an idi.

Beni BEN yapan ismimin özelliği...

Erkek arkadaşım birine Handem ile bara gidiyoruz dediğinde de, karşısındaki neden annesi ile aleme gittiğini sorgulardı.

28 Ocak 2010 Perşembe

Kendime gelmem zaman alıyor

Haziran 2009da kaybettim kendimi...


Ara ara bırakıyorum, kaybolmuş kalayım... nasılsa bulurum yolumu diye. Olmuyor.  Ha gayret toparlanayım istiyorum... yine olmuyor.

Akıntıda sürükleniyorum bir süre, duygusuz, amaçsız, çoğunluk nereye çekerse...
Gözümü açıyor, ufukta bir ışık görüyor, ışığa doğru bir kaç adım, iki kulaç... derken akıntıya karşı yok oluyormuşcasına...

Böyle durum ve zamanlarda - belki bebek gibi emeklemek, biraz bırakmak en iyisi... günü değil, saati bile değil... sadece o anı değerlendirmek ve o anda yaşanan başarıya tutunmak.

Anlar toplandıkca... dakikaları, saatleri, günleri doldurmaya başlayacaklar...