23 Ekim 2009 Cuma

Bugün birisini ağlattım!

Bir yanda çalışkan, genç, her şeye yetişmeye çalışan biri - diğer yanda tecrübeli, geçici ve sevdiği için çalışmak isteyen biri.

Hikayemizin baş köşesinde kısa zamanda, hızla büyüme göstermiş bir kurum. Büyümeyle oranla çalışanlarını da arttırmış ama belki de en önemli sayılabilir noktalarında zayıf kalmış.

Bu nokta tek bir kişi ile doldurulmaya çalışılıyor - o gitti mi, herkes birbirine bakacak nerdeyse... Kimi o noktadan yıllar önce geçmiş, terfi etmiş, kimi ise o noktanın nasıl çalıştığını, çalışması gerektiğini bilmez.

Gün geldi çattı - biri "bu iş senin işin, sen gidince benim işim aksıyor" diyecek oldu... Hak, hukuk, adalet, etik... her bir kavram havada uçuştu. Gerildik, üzüldük, temiz havaya çıktık, konuştuk...

Neden? Birinin verdiği 3 kuruş için mi? Büyürken insan kaynağını büyütmediği için mi? Görev alanlarımızı iyi tanımlayamadığı için mi? Bunların çekişmesini neden çalışanlar yapsın...?

8 yıldır kuruluşu bebeği gibi büyüttüğünü söyleyen yönetici, bebeğine neden emeklemeden yürümeye geçmesine yardım etmemiş?

Olan azimle her işe yetişmeye çalışan gence oldu... tecrübeli olanının belki biraz eli titredi ama 3 derin nefes bir bardak su sonrasında (biraz da yılların etkisi olacak) konuda yanlış tepki vermediğine karar verdi.

Beni BEN yapan bu değil ki? Ben kimseyi ağlatmak istemem, yapamam da... Üzüldüm genç kız! Gerçekten... ama bu işin yaşın veya konumun ile hiç ilgisi yok.

1 yorum:

  1. Çok anlamlı bir yazı. Kurumsal olduğunu iddia eden nice şirketin, insan kaynağı yönetimini sadece boşluk doldurmak olarak görmesi çok alışıldık.
    Yöneticilerinden, koltuk korkusu ya da anı kurtamaya yönelik bir yönetim tarzı yerine adam yetiştiren, ileriyi planlayan insanlar olmalarını gerçekten bekeyen ve buna göre davranan şirketler parmakla sayılacak kadar az.
    Bu durumda daha çok gözyaşı dökülür.

    YanıtlaSil