14 Şubat 2011 Pazartesi

Yanan ateş

Çok garip bir durum ile karşı karşıyayım: yazmak istiyor canım. Bu güne dek farklı şeyler istediğim olmuştur. Koşmak, yemek, uyumak, dans etmek gibi. Ama hiç yazmak istediğimi hatırlamıyorum. Yarım saattir elimde kalemim ile bir şeyler yazma arzusu ile yanıyorum sanki. Bulmaca çözmeyi denedim, yazmak istediğimin boş kelimeler olmadığını anladım. Sonra bulunduğum kısıtlı alan içinde medya arayışı başladı.

Şu an bulduğum bu kağıt bittiğinde, duyacağım hissleri tahmin edemiyorum. Söyleyecek, yazacak onca şey geçiyor aklımdan: içimde hissettiğim nefes, bir bütünün parçası olmak, olamamak... tarifi zor, henüz tanımadığım bir heyecan ile kalem kağıt üzerinde kayıyor. Tükenmezimin mürekkebi ile damarlarımda akan kan yarışıyor sanki.


Dün gittiğim toplantı mı aklımda kalan, sonrasında konuştuğum kararsız, isteksiz gencecik zihin mi beni üzen, akabinde bulunamadığım sofra mı imrendiğim, yoksa şu anda bulunduğum yolculuk mu beni böylesi coşturan tartamıyorum.

Dün tanıdık, dost yüzler ile hoş geçen bir seminere katıldım. Social Media Week'in bir parçası olarak iki konuşmacıyı dinleyecektim. Mekana girmeden az evvel gelen telefon bana "ne sosyali, ne medyası?" diye sordu. Evet? Ne sosyali, ne medyası? Neresindeyim bu işin? Oldum mu? Yoksa binlerce "wannabe" ve "möchtegern"lerden birimiyim? Tuttuğum 3 blog, katıldığım bir kaç etkinlik var ama tam olarak neresindeyim bu SoMe'nin? Cevabını bilmek istemediğim bir soru bu.

İnsan karşısındakini kendi gibi bilir ya? Dün konuştuğum genç kız ile de öyle konuştum. 20'li yaşlarımda hissettiğim heyecan dolu duygularım ile nasıl iş buldum, nasıl çalıştım, tutunmak için neler yaptım, eğitimsizliğimin açığını nasıl kapattım... ben anlattıkça içim kabarıyor, daha çok anlatmak istiyordum. Oysa gelen yanıt hep aynı iki notayı çalıyordu sanki: Bilmiyorum, istemiyorum.
Anne olarak yeniden karar verdim: "adam olacak çocuk okumasa da olur" Şu anda kızın okuduğu fakat sevmediği bir sektörün derdi bana düştü, yazdırıyor!

Tanıdıkların bulunduğu bir sofranın fotoğrafını gördüğümde ise kabuğumdan çıkıp, yanlarında olmak, birlikte kadeh kaldırmak, ortada dönen muhabbette kahkahalar atmak istedim. Üzerine ummadık birinden "Burada sen eksiksin" sözü ise beni iyice yaraladı. Çok istediğim halde gidememenin kalıbına sıkışmışlığın sıkıntısı da yazdırıyor olabilir bana bu satırları.

Roma üzerinde alçalırken, 10 yıl evvel bir kez daha geldiğimi anımsıyorum. Hayatımın o döneminde bekar ve ağır bir süreci atlatmak üzere çıkmıştım bu yolculuğa. Öyle ki hava şartları ve uçağımızın yaşı nedeniyle havada yaşadığımız sarsıntılarda "şu an düşse, bitse bu eziyet" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bugün uçuşumuz çok güneşli ve konforlu olmasına rağmen nedir bana soluksuzca yazı yazdıran?

Normalde hiç dikkatimi çekmeyecek şeyler birden ilgimin odağı oldu. Beni yeniledi. Heyecanlandırdı. Bir an durup düşünürsem bu heyecanı hak ettmediğime kanaat getireceğim. Çevremdeki insanların böylesi dorukları yaşamadıklarından, bana özel, bana güzel bu duygu durumlarını paylaşmaya cesaretim yok.

Kendi içime dönmek, kendi nefesimi içimde hissetmek istiyorum. Şarjı bitmiş bir pil misali dolduruyorum kendimi... içimdeki nefesten besleniyorum. Gıdaya ihtiyaç duymadan müzik dinliyor, etrafa bakıyor, nefesimi dinliyorum. Bu anlar hiç bitmese diyorum.
Uçağımız inmek üzereyken ilhamın da irtifamız gibi alçalıp alçalmayacağını merak ediyorum. Elimde bulunan iki kağıt torbaya sıkı sıkı sarılacağım. İçimdeki kalabalığı yeniden boşaltmak istersem diye.

Beni BEN yapan imkansızlık tanımamamdır: kusmuk torbasına yazmayı gerektirse bile.

(10.02.2011 tarihinde kaleme alınmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder